3 Ağustos 2008 Pazar

Marc Andre Hamelin

Marc Andre Hamelin, 1961 doğumlu, kanada uyruklu, sıradışı bir piyanist.Alkan,Godowsky,Kapustin,Sorabji,Grainger gibi sıradışı, virtüözite öncelikli eserler yazmış bestecilerin yorumcusu, yaşayan en teknik piyanist olduğuna, hatta gelmiş geçmiş en iyi piyanistlerden biri olduğuna inanan ciddi bir kitleyi peşinden sürüklüyor.

Hamelin'in olağanüstü kariyerine rağmen, kendi yaş grubundaki diğer piyanistler kadar parlak bir ismi olmamasını, mesela great pianists of the 20th century serisinde yer almaması, decca- deutsche grammophon- philips tekelinde yer alan müzik endüstrisine ve kendisinin bu firmalar için plak yapmamış olmasına bağlanabilir. tabii yine de, brendel yönetimindeki great pianist seçici kurulunun hamelin'i görmezden gelmiş olması gerçekten şaşılası bir olay.

Repertuvarını bildiğimiz tanıdığımız piyano merkezli oturtmamış olması, sanırım küçüklükten itibaren godowsky, alkan gibi piyano için yazmış, ve piyanoyu orkestra gibi kullanmış büyük teknikli bestecilere aşina olması, onlarla büyümüş olması sebepli olabilir. buna rağmen haydn sonatları, Schumann do majör Fantezi, senfonik etüdler, chopin 3. sonat, barcarolle, liszt'in bilumum eserleri gibi hemen her piyanistin repertuarındaki eserleri de çalar. ama esas uzmanlık alanı olan tarz, mesela godowsky'nin chopin etüd düzenlemeleri, farklı bir çok sebepten dolayı çok fazla kişi tarafından tercih edilmez, veya edilemez.

Marc-Andre üstadımız, çalarken şaşılacak kadar az hareket eder; sanki bütün vücudunu, parmaklarının işleyişine odaklamış, ve vücudunun geri kalanını 'sadece' gereken hareketleri gerektiği kadar yapması için eğitmiş gibi. karşıdan yapılan konser çekimlerinde piyano çalmıyor iskambil falı bakıyor sanabilirsiniz, ama dikkatli bakıldığında kollarının, omuzlarının ne derece organik ve mükemmel kullanıldığını da görebilirsiniz. velhasıl bu adam, bir takım güçler tarafından 'işte piyano aslında böyle çalınır' mahiyetinde yeryüzüne ,fani dünyaya yollanmış gibidir.


Piyano için d'Execution Transcendante tandanslı etüdler yazmış, ancak notalarının basımı bittiği için hiç bir yerde bulamadığım, eğer kanada'daki yayıncısının elinde de yoksa, notalarına bir süre daha erişemeyeceğim gibi görünüyor. ancak bu, en azından kayıtlardan bildiğimiz etüdleri şöyle bir incelememize engel değil.Bildiğimiz etüdleri şimdilik şöyle :

- Çaykovski Lullaby (Ninni) üzerine sol el etüdü

http://www.youtube.com/watch?v=wWkrN89XiHw +

şu ana kadar tanıdığım etüdleri içerisinde ağır bir tempoda ve dramatik bir karakterde olan tek etüd bu. tempo yavaş olduğu için sanırım, her iki elini de kullanmaya gerek duymamış. (şaka
değil bu)


- Rossini La Danza üzerine yazılmış bir transkripsiyon

http://www.youtube.com/watch?v=X2pK29PsNVA +

rossini'nin meşhur tarantelle karakterindeki şarkısı için bir düzenleme. eserdeki motiflerin gerek sağ elle, gerek sol elle, gerek oktavlarla, gerek glisandolarla, gerek hüzünlü, gerek müstehzi işlendiği, kıpır kıpır bir çalışma olmuş.bu yaza damgasını vuracak.


- Rimsky-Korsakof 'flight of the bumble bee' transkripsiyonu

http://www.youtube.com/watch?v=1TdojBqkVXo +

Bu eser, çalmaya teşebbüs etmeyeceğim bir iki eserden birisi gibi duruyor.hamelin'den kaydı yok, ama birisi teşebbüs etmiş, işte linki veriyorum. arılar'ı tanıyan birisi için söylenecek bir şey yok. tanımayan birisi ise, önce orijinal arıları dinlemeli.


- Scarlatti Sonat tipinde etüd

http://www.youtube.com/watch?v=JA-0dMs1wbs +

en enteresan, dikkat çekici eserlerinden bir tanesi. genelde taklit üzerine çalışan bir komponist olan hamelin, scarlatti'yi iyi analiz ettiğini bugünkü oyununda gösterdi. (bu euro 2008 ne zaman bitecek acaba?) scarlatti formlu, bartok yazı stilli, alaycı, sivri bir parça.


- Chopin siyah tuşlar üzerine yazılmış etüd, hatta bunun ismi de var, 'idees noires'

godowsky tarafından da en çok düzenlemesi yapılan etüd olan chopin op.10/5 , bu sefer oldukça karanlık şekilde çıkıyor karşımıza. bu eserde dikkat çeken şey ise, kromatizmin kullanıllış şekli. herhangi bir tonal merkezden uzak görünse de, aslında atonal bir eser değil bu, sadece sanki uyuşturucu madde tribindeymişsiniz ve birisi chopin çalıyormuş gibi.


- Chopin 3 la minör etüdün birleştirildiği etüd

http://www.youtube.com/watch?v=OhgOh8mmefQ +

müzikal açıdan pek az enteresan olan bu etüdün hikayesini, bir godowsky projesi olduğunu hamelin bir röportajında anlatıyordu. kısacası, op.10/2 , op.25/4 , Op.25/11 numaralı chopin etüdlerin aynı eserde birleştirilmesi. parmaklar açısından zorlayıcı görünüyor.


- Prelüd Füg başlıklı 12 numaralı etüd

şu ana kadar tanımış olduğum etüdler arasında herhangi bir besteciden direkt esinlenilmemiş olan tek eser bu. prelüd füg deyince akla bach geliyor, yazı stili deyince yine 20. yüzyıl başını, özellikle şostakoviç'i hatırlıyor gibiyiz. ama füg oldukça sıkı işlenmiş görünüyor. bir de, hamelin bu etüdü yazdığında benimle yaşıtmış. yani, genç sayılır böyle bir eser için. respekt.

- Liszt La Campanella Transkripsiyonu

La campanella'nın yirminci yüzyıl görmüş, 2. dünya savaşını, aya gidip gelmeyi, soğu savaş yıllarını yaşamış ve atom bombasını görmnüş hali. daha başka bir liszt transkripsiyonu beklenemezdi. maalesef ki eskiden youtube'da bulunan kaydı artık yok.

Capriccio - auf die Abreise des geliebten Bruders

bach'ın yaşadığı zamanda, 16. yüzyılda aile fertlerinden birisinin başka bir şehirde, başka bir ülkede yaşamaya başlaması demek, aile bireylerinin arasına uzun süreler ve mesafeler girmesi, hatta bir daha görüşememek anlamına gelebiliyordu sıklıkla ; hem yolculuk olanaklarının sınırlı olması ve bugün lafını bile etmediğimiz mesafelerin o zamanlar günler süren yolculuklar ile alınması, hem hayat şartlarının bugünkü kadar elverişli ve steril olmaması, ki 35-36 yaşında vefat etmek hiç de anormal sayılabilecek bir şey değildi, hem de 16. yüzyıl prusyasının dağınık ve ne idüğü belirsiz sosyal ve politik durumu, bach'ın isveç kralının hizmetinde çalışmaya giden çok sevdiği ağabeyi için böylesine bir eser yazmasını son derece iyi açıklar sanırım.

eser kısa süren ve birbirine eklenmiş bölümlerden müteşekkil, son derece naif bir anlatıma sahiptir. ilk bölüm 'ist eine Schmeichelung der Freunde, um denselben von seiner Reise abzuhalten' ( arkadaşların yolculuğu engelleme çabaları), adeta gitmekte olan birisine yalvaran kişileri anlatmaktadır, paralel hareket eden altılı aralıklı iki ezgi, tekrarlanan motifler, çok sevdiği arkadaşlarından ayrılmak istemeyen arkadaş ve akrabaları getirir gözümüzün önüne.i

kinci kısım 'ist eine Vorstellung unterschiedlicher Casuum, die ihm in der Fremde vorfallen könnten' (arkadaşların uzaklarda gelebilecek kötülüklere karşı uyarısı' başlığını taşıyan, ilk kısma oranla daha hareketli bir kontrpuan yazısına sahip, ve tekrarlanan motiflerle 'dikkatli ol' mesajı veren arkadaşlara benzer, minör ağırlıklı, iyimserlikten uzak sayılacak bir kısım.

'ist ein allgemeines Lamento der Freunde' (arkadaşların hüznü, kederi), kabullenmişliği, hüznü anlaması ile, eserin en güzel sayfalarından birisi. sevdiğiniz birisini havaalanına bırakmadan önce sonra saatleriniz olur ya, gideceğini hem siz biliyorsunuzdur, hem o, bunu değiştirmeye de kimsenin gücü yetmez çoğu zaman.

'Allhier kommen die Freunde (weil sie doch sehen, daß es nicht anders sein kann)' bu bölüm, eserin yavaştan bachvari yaşama sevincine kavuşmasını, hayatın her şeye rağmen, hem de en güzel şekliyle devam edebileceğini ifade eder. ağabeyin gitmesinden başka yol olmadığını gören arkadaşlar, onunla vedalaşmaya, iyi dileklerini sunmaya gelirler. andras schiff, bu bölümü yorumlarken o kadar güzel bir kadans yazmıştır ki, dinlediğimde esasen notada olmayan bu cümleyi ancak bach yazabilir diye düşündüm.

Aria di postiglione, bizi eserin sonundaki füge hazırlayan ve posta arabasının borusunun taklit edildiği kısacık bir cümledir. eserin bitiyor, ağabeyin gidiyor olduğunu anlarız bu cümleyle, ama yine de hayat güzeldir, henüz 19 yaşındaki bach için.arkasından gelen ve enerjik, oktav aralıklı füg ile, bu güzelim eser, bu muhteşem yapıt, bu kısacık bir süreye böylesine yüklü bir anlatımı sığdıran deha parıltıları, sona erer.

voi che sapete

mozart'ın le nozze di figaro'sundan cherubino'nun aryası. wolfgang amade'nin (yaşamı boyunca hiç amadeus ismini kullanmamıştır) bestelemeyi ve orkestralamayı öğrenmediğinin,doğduğunda içinde var olduğunun, ve sadece içinden gelenleri notaya döktüğünün bir kanıtıdır bence, bu 8 ve 12 ölçülük cümlelerden oluşmuş kısacık arya. çünkü öğrenilemeyecek kadar basit prensipler üzerine yazılmıştır, buna rağmen (çok düşünmeme rağmen, buna rağmenden sonra yazacak bir şey bulamadım, çünkü belki de yazacak bir şey yok, söylenecek bir şey de yok.)

Youtube'da Teresa Berganza tarafından yorumlanmış bir versiyonu var, benim en çok beğendiğim kayıt bu.

Sol el için piyano konçertosu

kontrafagot solosu ile başlayan, karanlık bir eser bu. baştan sona kadar gri tonlarında notalar ile örülü. Orkestranın ısrarlı crescendosu sonunda piyanistin müziğe dahil olduğu, daha doğrusu orkestrayı bir bıçak gibi kesip kendi hikayesini anlatmaya başladığı yer, dinlediğim en dramatik konçerto girişlerinden bir tanesidir. tek bölüm olarak yazılmıştır bu eser, bölümler birbirine bağlanır, ama hissettirmeden. nedense bana hep, ölmek üzere olan bir adamın dramını anlattığını hissettirir. andrei gavrilov, temadaki 'dies irae' motifine yakınlınlığı düşünerek, bu eserin bir totentanz (ölülerin dansı) olduğunu ifade etmiş, ne de güzel demiş.

eser ravel'in sağ elini birinci dünya savaşında kaybeden arkadaşı Paul Wittgenstein'a ithaf edilmiş. Konçertoyu ilk seslendiren ve gerekli düzenlemeleri yapan da wittgenstein olmuş. bu eseri yorumlayanlar, eserin sol elin fizyolojisi ile muhteşem bir uyum içerisinde olduğunu söylerler. zaten dinlendiğinde de tek elle çalındığını farketmek pek mümkün değildir.

konçertoda ravel'in caz müziğinden etkilendiğini gösteren bazı motifler ve armoniler bulunsa da, bana esas olarak mahler'in kindertotenlieder dizisini hatırlatıyor. belki de, her ikisinde ortak olan şey ölüm olduğu için.

ravel burada melodik materyal bakımından oldukça temkinli davranmış ve konçertoyu belli başlı 4-5 motif üzerine bestelemiş, farkı yaratan ise ravel'in bildiğimiz muhteşem orkestrasyonu ve elde ettiği ses renkleri.

krystian zimerman - pierre boulez - cleveland orchestra imzalı kayıt gerçekten etkileyici. bunun dışında leon fleisher de çalar bu konçertoyu, bir de hüseyin sermet'in repertuarında sağlam bir yeri olduğunu biliyorum. ama çok fazla çalınan, felsefik olarak çok kolay yenilip yutulacak bir konçerto değil.

1931 yılında kopmoze edilmiş prokofiev sol el konçertosunun, tıpkı ravel gibi sağ eli olmayan piyanist paul wittgenstein'a ithaf edilmiş olması, her iki besteci de aynı dönemde yaşamış olduğundan belki o kadar şaşırtıcı değil ; ancak paul wittgenstein 'ben bu eseri anlayamadım' diyerek çalmayı reddetmiştir, işte bu gerçekten şaşırtıcı. bu da, muhtemelen her ay başka bir sol el konçertosu ithafı ile karşılaşmayan wittgenstein'ın ne kadar karakterli bir müzisyen olmuş olduğunu gösteriyor.

prokofiev piyano konçertoları içerisinde en az çalınanı, neredeyse hiç kimse tarafından tanınmayanı bu konçertodur, ki bestecinin sağlığında seslendirilmemiş tek konçertosudur da.prokofiev bundan sonra yazmış olduğu 5. konçertoyu sviatoslav richter'e ithaf etmiş, sviatoslav richer de eseri anlamış olacak ki hemen çalmış. ancak o konçertoyu da ben anlamıyorum. nitekim bence en güzel prokofiev konçerto 3 numaralı olan.

Barcarolle

Gondolcu şarkısı demek olan barcarolle, sol elde karakteristik ve tekdüze bir ritmin üzerine sağ elin şarkılar söylediği piyano eserlerine ilham vermiş, bunlardan en önemlisi sayılabilecek chopin'in op.60 eser numaralı barkarol'ünün de esin kaynağı olmuş.

Çarpıcı bir 9'lu armoni ile başlayan 4 ölçülük giriş kısmı 'bakın şimdi size ne anlatacağım' diyor gibi adeta , ve bu giriş kısmından, chopin'in bu sefer kontrpuan şeklinde işleyeceğini, bütün serbestliğine rağmen eserin çok sesli bir yapısı olacağını kestirebiliyoruz.bu giriş kısmından sonra 'venedikte bir gondolcu yaşarmış, hep şarkılar söyler, neşesini hiç bozmazmış'ı anlatan rahat, serbest ve çok çok güzel bir melodi geliyor, sol eldeki süregelen ritmin eşliğinde. bu eserde polonyalı chopin'den eser yoktur, fransız, italyan havası taşır armoniler, melodiler, dramatik tek bir ölçü bile yoktur bu eserde. bu açıdan chopin'in diğer eserlerinden ayrılması gerekir, tıpkı ravel'in belirtmiş olduğu gibi.

bu şahane melodinin işlendiği ilk kısımdan sonra tempoca biraz daha hareketli ve daha motilfer üzerine kurulmuş orta bölüm geliyor, burada çoksesli yazıyı daha bir derinlemesine kavrıyoruz, ama bütün sıkılığına rağmen ancak chopin'in olabileceği kadar sıkı müzik, her daim serbestlik, rubato, agogik söz konusu. bu kısmı takip eden ve eserin ikinci ana melodisi sayılabilecek temayı işleyen kısımda, tını olarak biraz daha büyük olsa da, yine de baştaki gondolcu rahatlığına serbestliğine dönüyoruz, ve gondolcu burada öğle arası veriyor olmalı ki, ritm hissini kaybettiğimiz ve resitatif yapılı sayılabilecek, noktürnleri hatırlatan ölçüler geliyor, bütün serbestliğiyle tekrar. bu eserde ifade edilmesi gereken en önemli, ve elde edilmesi en zor şey, bu derece tek düze bir ritmin içerisinde kendini serbest hissedebilmek, ne ritmi kaybedip eserin dengesini bozmadan, ne de metronomvari bir sıkıcılığa düşmeden. bunların her ikisine de düşmek o kadar kolay ki, ama sır, değişik etkileri rubato ile elde etmeyi tek yol olarak görmeyip, farklı tınılar ve ses renkleriyle çalışmak.

aynı melodi aynı armonilerle aynı tempoda yazılmasına rağmen eserin final kısmı çok değişik etkiler taşır, bunun en büyük nedeni piyano yazısının daha zengin olması, chopin burada daha dolgun, güçlü bir tını istediğini yazdığı zengin akorlarla belirtmiştir, ve eserin piu mosso başlıklı zirve kısmında gondolcunun artık bir kutlama havası içinde olduğunu görür gibi oluruz. belki sevgilisini görecektir o gün, belki de başka bir sebebi vardır, mutlu olmak için, belki de hiç bir sebebi yokken de mutludur, sonuçta güneyli bir insan o ,akdeniz insanı. bu eserde de, sebepsiz bir mutluluk, nedensiz bir dramatizmden uzak vardır, chopin'in yaşamını az çok bilen bir insan için, barcarolle gerçekten başka bir dünyadan gelmiş sayılabilecek bir eserdir.

voiles ...

bu eserin ismi, fransızca'da voiles kelimesinin iki anlama gelmesi sonucunda bir espri içermektedir. voiles hem yelkenli, hem de aynı zamanda tül anlamına gelmekte. gerçekten de esere başından sonuna sanki tül perdenin arkasından bakılıyormuş havası hakim, hem de bir yelkenlinin dalgalar üzerindeki periyodik hareketini yansıtıyor.

debussy burada 'sadece' tam ton dizisinden, arada bir kaç ölçüde de pentatonik gamlardan faydalanmış, bu açıdan oldukça kısıtlı materyal ile bestelenmmiş, bunu yanında sadece tek bir figür ve oldukça basit, inici ve çıkıcı gamdan oluşan bir melodi üzerine inşa edilmiş. üç partiden oluşan eserde, basta si bemol her daim sabit kalıyor, ve müziği götüren yelkenin kendisi oluyor. diğer iki partide ise bahsettiğimiz figür ve melodi iç içe yaşıyorlar 4 dakika boyunca.

les sons et les parfums tournent dans l'air du soir

claude debussy'nin preludes pour piano (piyano için prelüdler) başlıklı eserinin ilk bandında yer alan minyatür. manası, 'akşam serinliğini dolduran kokular ve sesler'

Bu seri içerisinde yer alan eserlerden bence empresyonizmin ifadesi bakımından en güçlü olanlarından bir tanesi bu prelüd. gerçekten de, bir güney ülkesinde yaşanan yaz akşamının tazeliğini, açan çiçeklerin kokularını, sessizleşmeye başlayan kuşları duyar gibi oluyoruz.

ama müziğin doğallığı içerisinde bütün bu düşünceler, sanki bir tabloyu inceliyormuşçasına zihnimizden akıyor, taklide dayalı değil debussy'nin anlatımcılığı. messiaen'in yapmış olduğu gibi taklide dayalı, veya wagner'in leitmotivlerindeki gibi değil. program müziğine yakın olduğunu söyleyemeyiz bu açıdan. tablo gözümüzün önüne geliyor, ancak müziğin değerini azaltmıyor bu, wagner'de (benim kanaatimce) sıkça rastladığımız üzere.

Aşkenazi

zevcesi izlandalı olduğundan mütevellit yaşamını uzun yıllar izlanda'da sürdürmüş, tabi bu sırada izlanda vatandaşlığı da almış. ancak ben şu anda isviçre'de yaşadığını ve isviçre vatandaşı olduğunu da okumuştum. her nerenin vatandaşı olursa olsun, kesinlikle tipik bir sovyet piyanisti değildir. kariyerini avrupa'da sürdürmüş olması da bunun sebebi olabilir, genlerinden gelen özellikleri de. ama zaten rahmaninof da tipik bir sovyet bestecisi değildir. birbirlerine pek güzel uyarlar. corelli varyasyonlarını, ikinci sonatı (alışılagelmişin dışında olarak ilk versiyonunu çalmaktadır), paganini'yi pek güzel çalar. bir de ashkenazy'nin pek bilinmeyen bir rachmaninof 3 kaydı vardır ki, eugene Ormandy ve boston senfoni orkestrası ile yaptığı, gençliğinde yapmış olduğunu tahmin ediyorum, dikkatle dinlemeye değer.

Nota Yayımcılığı , Boosey , Henle , Wiener Urtext ...

boosey and hawkes , 1930 yılında londra'da kurulmuş ingiliz bir nota yayımcısı. özellikle 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başı yaşamış önde gelen bestecilerin eserlerinin en iyi basımlarına sahiptir. stravinsky, bartok, prokofiev, şostakoviç gibi bestecilerin eserlerini hep onlar bastılar. viyana klasikleri için henle ne ise, bahsettiğimiz dönem için boosey & hawkes odur diyebiliriz gönül rahatlığıyla.

ayrıca rahmaninov'un konçertoları için de tavsiye edilen yayımcıdır, schirmer's library isimli amerikan bir yayımcı da basmış rahmaninovları, ancak boosey daha iyi, daha güzel.

henle verlag ise genel olarak en başarılı nota edisyonlarının basımcısı olarak bilinir, kısmen doğrudur da bu. bütün nota yayımcılarını genel olarak kıyaslasak ortalamada henle galip çıkar. bir çok yarışmada henle edisyonun notaları doğru kabul edilir, vs. ama mesela eserlerni bastığı bestecilerden bach'ı wiener urtext edition'dan, beethoven'ı baerenreiter'den takip etmek çoğu zaman daha iyi sonuç veriyor. mozart, haydn ve schubert eserlerinde henleden vazgeçilmez genelde, ama mesela her kaynakta illa ki farklı bir nota bulunduğu için bir çok edisyonda ufak farklılıklarla yayınlanan chopin edisyonları için polonyalı paderewski edition'a da bakılsa iyi olur. schumann, brahms ve liszt ise gayet rahat henle'den takip edilebilir gibi. debussy'nin eserlerini de basmıştır, ama şahsen daha geniş yazılmış durand varken henle kullanamıyor bazı takıntılı kimseler.

Das Wohltemperierte Klavier

türkçesi 'eşit düzenli klavye' olan kavram, bir anlamda çoksesli batı müziğinin temellerinden birisi. 'eşit düzen' bugünkü klavyeli çalgıların akort sisteminin ismi. doğada esasen birbirinden farklı sesler olan si diyez ve do seslerinin (bugünkü piyanoya bakıldığında aynı tuşa denk geldiği görülecektir) arasındaki frekans farkının onikiye bölünüp tüm notalara eşit olarak dağılmasıyla hem si diyez ve do eşitlenir, hem de tüm yarım sesler arasındaki uzaklık eşit hale gelir.

bunun getirisi, artık tüm eserlerin tüm tonlarda yeni akort gerektirmeden çalınabilecek olmasıdır. öyle ki, 15. 16. yüzyıllarda klavyeli çalgıcılar, mesela do majör tonunda çaldıkları bir eseri mi bemol majörden çalamıyorlardı, çünkü tüm sesler arasındaki uzaklık eşit değildi. bu sebeple parça aralarında akordu değiştirmek gerekebiliyordu, bunlar zahmetli işler.

bu sistem geliştirildikten sonra kullanıma sokulması için johann sebastian bach'a bir eser sipariş edildi, ve bach 48 prelüd- füg olarak da bildiğimiz 'das wohltemperierte klavier'i, yani tüm tonlardan prelüd ve fügleri yarattı.bir anlamda tüm tonları kullanıma açmış oldu. sistemi almanca adıyla anmamızın sebebi de, aynı isimde olan eserin orijinal adının bu olmasıdır.

Sergei Rachmaninov

sergey rachmaninoff'un piyano ve orkestra için bestelenmiş eserlerini bir solukta inceleyecek olursak eğer, ortaya böyle bir yazı çıkıyor.

rachmaninoff, 4 adet piyano konçertosu ve yine piyano ve orkestra için bir rapsodi yazmıştır.eserlerin tamamı, rachmaninoff'un bilindik geç romantik yazı tarzında yazılmış olup, bestecinin piyanoyu orkestra gibi ele almasından dolayı teknik olarak komplike ve çok notalı sayılabilecek kompozisyonlardır.

birinci piyano konçertosu, moskova konservatuvarında öğrenci olan genç rachmaninoff'un elinden çıkma, gençlik heyecanı ve ateşi ile örülü, buna rağmen rachmaninoff melankolisinden payını az sayılamayacak ölçüde almış bir eser.rachmaninoff daha reşit bile değilken yazmış bu konçertoyu, ancak daha sonraki yıllarda tekrar düzenleyip revize etmiştir.

ikinci piyano konçertosu, rachmaninoff'un uzun yıllar süren yazamama dönemlerinden sonra müziğe dönüşüdür ve kendisini iyileştiren psikiyatrist nikolai dahl'a ithaf edilmiştir.

bestecinin konçertoları, hatta belki de bütün eserleri arasında en bütün ve yerine oturmuş eserlerden biri şahsi kanaatimce.melankolizmden ve rachmaninoff'un vurgunluğundan payını ciddi ölçüde almış bu eser, aynı zamanda bestecinin en çok bilinen ve sevilen eserleri arasındadır. öyle ki, şu anda ben de cd'sini bulup dinlemeye karar verdim.

kısa bir aramadan sonra cd'yi bulduk, ve rachmaninov 2'nin giriş akorları ile birlikte yazımıza devam ediyoruz.sırada, müzik tarihinde piyano ve orkestra için yazılmış en komplike, büyük ve uzun iki eserden birisi var. (diğeri brahms 2. piyano konçertosu).

rachmaninof üçüncü piyano konçertosu, alışılmadık derecede uzun olması , piyano yazısının hemen hemen aralıksız sürmesi, ve daha önce de söylediğimiz gibi rachmaninoff'un piyanoyu orkestra olarak ele alma tarzı (ki bu tarz konçertonun yazıldığı olgunluk dönemlerinde daha da belirginleşmiştir) gibi sebeplerle hakikaten de demir leblebi sayılabilecek bir eser. bu eseri elbette ki shine filminden hatırlayacaksınız.shine filmindeki hikayede bir takım gerçekle bağdaşmayan abartılı kısımlar olsa da, rachmaninoff 3 zordur.

en son piyano konçertosu, ki benim aralarında en az tanıdığım eserdir, 3. konçertonun büyüklüğünden sonra daha hafif,kısa, ve bestecinin amerika'da yaşıyor olmasının getirdiği etkileri içeriğinde bulunduran bir eserdir.esas olarak piyano repertuvarının ana eserlerinden birisi değildir, çok sık çalınmaz.bestecinin amerikan müziğinden, müzikallerden ve cazdan da etkilenmiş olduğunu çıkartıyoruz bu eseri dinlediğimizde.

paganini rapsodisi,amerika yıllarında yazılmış ve bestecinin amerikalı tarafını iyice aksettiren süper bir eserdir. esasen paganini'nin meşhur teması üzerine yazılmış 20 küsür varyasyondur.tabii her varyasyonda ayrı bir teknik ve müzikal stil ele alınmıştır.ama rachmaninoff burada piyanoyu orkestra olarak değil, daha ziyade farklı tınıların ve ritmlerin kullanıldığı bir esntrüman, dikkatli söylememiz gerekirse, biraz vurmalı çalgı havasında bir enstrüman olarak ele almıştır.rachmaninoff'un piyano ve orkestra için yazdığı en son eserdir.

Ludwig van Beethoven

müziğiyle tanıştığımdan beri hem kendisine özel bir yakınlık duymuş, yorumlamayı hevesle tercih etmiş, buna mukabil kendisini doğru yorumlamak isteyen her müzisyenin karşısına çıkan zorluklarla çoğu zaman başedememiş, buna rağmen belli başlı piyano eserlerinin çoğunu çalmış bir kimse olarak hakkında ifade etmek istediklerim, daha doğrusu kendim için ifade etmem gerekenler var galiba.

fazıl say beethoven'ı mozart ile kıyaslarken şöyle demişti : mozart'ın herhangi bir sonatını veya konçertosunu çaldığınızda içine girdiğiniz dünya, mozart'ın başka bir eserini çaldığınızda da hatırlayacağınız izler bırakır. öyle ki, 8-9 mozart konçertodan sonra 10.su kendilinden gelir adeta. ama beethoven'da her yeni başladığınız eserde aynı zorlukları, sanki yaşamamışçasına tekrardan yaşarsınız, hatta daha önce çaldığınız bir eseri yıllar sonra tekrarladığınızda bile!

beethoven'ın eserlerine yansıttığı kişiliği, gücü, sonsuz gibi görünen enerjisi, insanüstü boyutlarda dolaşan yılmazlığı, çalıcısının sadece belli bir içsel güce sahip olmasını gerektirmiyor, aynı zamanda gücünü beethoven'ın yazılarında muhteşem bir şekilde oranladığı gibi dengelemesini de gerektiriyor. büyük bir coşkuyu ifade eden bir cümlede, eğer beethoven'ın yazdığından daha fazla coşkulu yorumlarsanız bunu, ki insan olan herkes, yorumunun arkasına subjekif olarak benliğini, o andaki hislerini de koymak durumundadır, o zaman o dar alanda belki daha gösterişli bir etki elde etmiş, ancak genel anlamda eserin bütünlüğünü bozmuş oluyorsunuz. çünkü beethoven'ın gücü, sadece dengelendiğinde ortaya çıkıyor, çıkabiliyor. benzer bir abartı, liszt veya chopin'de rahatsız etmezdi. bana öyle geliyor ki, yorumcuya en az serbestlik tanıyan bestecilerden birisi beethoven.bunun sebebi de, eserlerinde kurduğu yapının kusursuz olması, sadece onun yazdığı şekliyle ifade edildiğinde bile yeterince etkileyici, büyük, güçlü olması. işte burada, yorumcuya azap dolu çalışma saatleri yaşatabilecek durum oluşuyor. beethoven'ın yaşadığı coşkuyu, kederi, sevinci, sükuneti anlatırken, kendi coşkunuz, kederiniz, sevincini veya sükunetinizin çekiciliğine kapılmaktan imtina etmek durumundasınız ! beethoven'ı yorumluyor , hem de muhteşem yorumluyor olduğunuzda bile, müzik her zaman sizden daha büyük kalacaktır üstelik.

yazımızı, meşhur beethoven yorumcusu alfred brendel'in sözleriyle bitiriyoruz :

'eğer ben bir geleneğe aitsem, bu gelenekte çalıcı eserin nasıl olması gerektiğini değil, besteci çalıcının nasıl olması gerektiğine karar vermelidir'

Van Cliburn

kendisi, soğuk savaşın en sıcak yıllarında, 1950'lerde, rusya ile amerika'nın birbiriyle her konuda üstünlük sağlamaya çalıştığı bir dönemde, yine aynı şekilde politbüro'nun elinde amerika ve batıya karşı silah, veya oyuncak olabilecek olan (ki sonra olmuştur) tchaikovsky piyano yarışması'nı hem de moskova'da kazanmış bir amerikalıdır.

Liszt

ikinci piyano konçertosu'ndaki wagner etkileri çok belli. evet biliyorum, wagner liszt'in kızıyla evlendi, zaten yakınlardı, ama ne çaldığım ne de dinlediğim hiç bir eserinde, ki buna si minör sonat da dahildir, bu kadar belirgin bir wagner etkisine rastlamamıştım. bunu hocama söylediğimde aldığım yanıt 'ja aber hallooo' oldu gerçi, ama wagner'i iyi tanımayan birisi olarak, müzik tarihini her zaman akademik şekilde takip etmediğim için hiç de utanıp sıkılmıyorum.

2. piyano konçertosunun teması o kadar güzel ki, liszt'de bunun farkında olsa gerek, tüm konçerto boyunca bu temayı işlemiş. virtüöziteden uzak bir konçerto bu. la campanella'dan, macar rapsodilerinden, paganini etüdlerinden uzak. daha içsel bir liszt var. mükemmel.

Nikolai Medtner

19.yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başında yaşamış, çaykovski-rahmaninov çizgisinde rus besteci- piyanist. Moskova konservatuvarı çıkışlı, tanejew'in kompozisyon öğrencisi olmuş, tanıdığım tek eserinden hareketle de rahmaninov çizgisinde ve ayarında bir piyano virtüözü olduğu belli. şaşılacak şey, internette hakkında bulduğum malumatta 14 piyano sonatı, 3 piyano konçertosu, keman sonatları, piyanolu kenteti gibi eserlerinden bahsediliyor, ancak günümüzde çalınan, tanınan bir isim değil. sovyetler orijinli büyük piyanistlerin repertuarlarında bile ismini göremediğimize göre, pek ilgilenilmemiş besteleriyle, hatta belki de rahmaninov ve skryabin'in gölgesinde bile kalmış olabilir. aslında piyano için parçalar albümünde olan ve 3. numaralı parça başlığını taşıyan, lirik bir melodinin çeşitlenmesi ile ortaya çıkmış eserde, kompozisyon ve piyano tekniği açısından rahmaninov'tan hiç aşağı kalır bir yanı olmadığını görüyoruz. ama yine de rahmaninov'da olup da medtnerde olmayan bir şey var. sergey vasilyeviç'in buluşluluğu, armonilerle oynayış şekli yok medtner de.

Musica Antiqua Köln - Reinhard Goebel

1973 yılından 2006 yılına kadar varlığını sürdürmüş, Reinhard Goebel'in musikhochschule koln'de okurken müzisyen arkadaşlarıyla beraber kurmuş olduğu Barok Orkestra.Bu mükemmel müzisyenler sonradan deutsche grammophon için de kayıtlar yaptılar, ve dünyada en çok tanınan barok orkestralardan birisi oldular.

grubun niteliklerinden bahsetmeden önce, barok orkestra kavramını biraz açmak gerek ; historische auffuhrungspraxis, yani esas olarak 16.-18. yüzyıl arası bestelenmiş yapıtları bestelendiği zamanın şartlarını öngörerek ve o zaman nasıl çalındığı hakkında edinilen bilgilerden yola çıkarak yorumlama akımı ortaya çıktığında, barok dönem enstrümanları ve akort sistemi ile çalan orkestraları nitelemek için böyle bir sıfat şart oldu. zira barok dönemde kullanılmış olan hem üflemeli hem de yaylı çalgıların bir çok özelliği ve tınısı, günümüz enstrümanlarından farklıdır. klavyeli çalgı olarak ise piano yerine cembalo veya fortepiano kullanılmaktadır bu orkestralar ile yapılan icralarda.

Musica Antiqua Köln'de özellikle yaylı çalgıların kullanımı, kendisi de kemancı olan Reinhard Goebel'in kendine özgü fikirleriyle diğer barok orkestralardan ayrılıyor.Belki de Karajan'ın berlin filarmonide iken uyguladığı gibi enstrümanları milimetrik tiz akortlatmıştır, bilemiyorum, ancak elde edilen tının matlığı, homojen bir tını yakalama anlayışında olan barok orkestra prensibini destekliyor. bir de hızlı tempolarda temponun hafif üzerinde sayılabilecek şekilde çalıyorlar, özellike goebel öyle bir yapıyor ki bunu, insanda olduğu yerde dururken koşma isteği uyandırabiliyor. buna mukabil ağır tempolarda , belki tınının homojenliğinden, belki de eserin başı ile sonunu her daim bir denge içinde tutmak istemelerinden, aynı derecede fenomen sayılmazlar,en azından benim gözümde.

bach brandenburg konçertoları ve orkestra süitleri kayıtları gerçekten önemli dökümanlar. 3. brandenburg konçertosu ise ulaşılmaz. ama esas olarak ulaşılmaz ldukları, büyücü mertebesine ulaştıkları eser ise, bach'ın muzikal sunu'su. bu fenomen eseri başka bir müzisyenden dinleyemiyorum, goebel söylenecek her şeyi söylemiş gibi.

Musica di Camera

oda müziği kavramı, barok ve öncesi dönemlerde kilise müziği olmayan, dolayısıyla dini değil dünyevi olan ve kilise müziğinin en önemli kısmı olan insan sesini içermeyip sadece esntrümantel olan müziği nitelemek için kullanılmış. tabi bu durumda sadece haendel ve vivaldi tarafından yazılan trio sonat ve sonata di camera'lar değil, mesela bach'ın partitaları veya ingiliz süitleri de oda müziği kapsamına giriyor, kavramı o zamanlar değerlendirildiği şekliyle ele alırsak.Klasik dönemde ise, bugün aşina olduğumuz oda müziği kavramının temellerinin atılmaya başlandığını görüyoruz ; burada ise oda müziği, konser müziğine karşı tezat bir kavram olarak ortaya çıkıyor ve konçertoları, dünyevi konular içeren operaları ve senfonileri içeren konser müziği kavramının karşısında haydn, mozart ve beethoven'ın quartetlerini ifade ediyor.

romantik dönemin sonlarına gelene kadar tek kişi veya bugün anladığımız kavramıyla oda müziği sayılabilecek 4-5 kişilik icraların konser salonlarında yapılmamış olduğunu, senfonik eserlerin ve operanın icra edildiği yerler ile solo konserlerin icra edildiği yerlerin farklı olduğunu unutmamak gerek ki,genelde bir takım soyluların özel mekanlarında,saraylarda, köşklerde icra edilen solo konserler, aslında oda müziği kavramının tanımını kendiliğinden veriyor. hatta bu durumda klasik dönemde yazılan solo eserlerin de, o dönemin yorumunca oda müziği sayıldığını söyleyebiliriz.

romantik dönem ile birlikte virtüözitenin önem kazanması, oda müziği kavramını da etkiliyor, ve yapı itibari senfonik bir eserden daha kapsamsız sayılamayacak eserler müzik tarihindeki yerlerini alıyor.mendelssohn triolar, viyolonsel sonatları,brahms'ın keman ve viyolonsel sonatları, yaylı trioları, piyanolu kenteti, schumann'ın piyanolu ve piyanosuz yaylı eserleri, dvorak'ın piyanolu beşlisi, bu eserlere ötnek sayılabilir belki. tabii aynı dönemde konser kültürünün gelişmeye başlıyor olması, vemüziğin din eksenli olmaktan çıkıp dünyevi konuları işlemeye başlamış olması da artık oda müziği kavramı ile konser müziği kavramı arasında çok fazla uçurum olmamış olmasının nedenleri arasında sayılabilir.